
Hüsniye'den Vizite'ye
Ahmet Faruk Yağcı - 31 Ocak 2010
Enikonu ihtiyardı. Geriye taranmış saçları adeta tel tel sayılabilecek kadar azalmıştı. Ellerinin üzerinde, yüzünde, seyrek saçlı kafasında mebzul miktarda yaşlılık lekesi vardı. Mavi gözleri halen güzeldi. Yüzü onca kırışıklık arasında halen çok karakteristik duran sivri bir burun ile süslenmişti.
Elleri ve sesi yaşı ile mütenasip olarak titriyordu. Konuşmamızın bir yerinde elinin titremesinden bahsetmiş "evlâdım, bu tremor yirmi senedir var, şükür olsun ne arttı ne eksildi" demişti.
Doksana yakındı. Seksen yaşını geçinceye kadar hekimlik pratiğine devam etmişti. Çevresinde sevilmiş, saygı görmüş, muayenehanesini kapattıktan sonra da gündelik gezintilerinde semtin eczanesinde vakit geçirmeyi itiyad edinmiş, orada da sevenlerinden kurtulamamıştı. Gelen fikir danışmış, giden fikir istemişti. Kendini hekimliğe vermek böyle bir şeydi.
Yardımcısı ile yaşadığı küçük ama zevkli dairesinde eski günlerin hayalî ile yaşarken bir yandan da siyaseti ve tıp dünyasını takip ediyordu. "Hafızam iyi değil" dese de fikrî insicamından bir şey kaybetmemiş olduğunu kurduğu uzun cümlelerden ve hiç bir cümleyi boşlukta bırakmamasından anlıyordunuz.
İcra-i tababeti bir sanat olarak ele almıştı. Giydiği kıyafetten çantasına kadar her ayrıntıya dikkat etmiş, bir günden bir güne kötü örnek olacak hareketi olmamıştı. Ağzından küfür çıktığını, sesini yükselttiğini kimse duymamış, sigara ya da içki içerken kimse görmemişti. Hayatına hekimliği öyle bir emdirmişti ki üzerine başka bir meslek oturmazdı, oturtulamazdı. Yolumuz kesiştiğinde beni sevmiş "evlât sen hâzık bir tabipsin" diye iltifat etmişti. Yaşlı-yatalak bir hasta üzerinde konuşmuş ve beraber tedavi düzenlemiştik. Alçakgönüllü bir havada verdiğim tedaviye iştirak etmiş, yakını olan hasta sahiplerine izahatta bulunmuştu.
Seneler içinde eski hastalarını bana yönlendirmiş ve onlardan benim haberimi aldığında sevinmişti. Kendi rahatsızlığı için evine çağırdığında bana vazü nasihatta bulunmuştu. Kulağıma küpe yapmıştım her söylediğini. Bu alemden göçmeden önce de kendisine bahsi ehemmiyetsiz bir kaç hizmetim olmuştu ki düşündükçe mutlanırım.
"Eyyühel Veled!" diye başlayan dînî nasihat kitaplarındaki cümleler gibi cümle kurardı. "Bak evlât!" hemen her cümlesinin başlangıç hitabıydı.
Sözü ona bırakalım.
* * *
Bak evlât! Kimseyi reddetme. Çağırıldığın yere git. Başka işlerin asla tababetin önüne geçmesin. Birisine müdahaleyi geciktirir ya da yapmazsan, başka sebeple dahi vefat etse vicdanın seni rahatsız eder. Sen işini yap. Buna rağmen olanlar senin suçun değildir. Bak evlât! Aman ha insan ayırma. Her isteyene aynı şekilde hizmet et. İyi insan ise şeref duyarsın, kötü insan ise belki de senin sayende yüreği yumuşar. Böylece diğer tabipler için de kötü düşünülmesine mani olursun. Bak evlât! Randevularını öyle çok gevşek şekilde ayarlama. Her zaman biraz telâşın olsun. Telaş seni uyanık tutar. Randevular arasına çok zaman koyarsan uyuşuklaşırsın. Kapında insanlar beklesinler. Beklemekle kimseye bir şeycik olmaz. Aralarında konuşsunlar, seni daha çok severler. Zaten kapında fazla bekleyen yoksa ya çok kibirlisindir, ya da kötü hekimsindir. Bak evlât! Ücret almaktan çekinme ama asla kendine standart fiyatlar koyma. Hastanede belki zor ama gittiğin evlerde ortalığa bak, izin isteyip banyolarında bir el yıka, ayakkabılıktaki ayakkabılara bak, perdeleri incele sonra da kısık sesle ücretini söyle. Pazarlık etme. Gerekirse hiç ücret almayacağını açık açık söyle. İyi hekimsen maddiyat seni arar bulur, hiç merak etme. Bak evlât! Şunu kafana koy ki insanlar senin yaptığın hizmetin karşılığını asla para olarak veremezler. Hakikatte tabipliğin ücreti olmaz. Sen dua alacaksın. Verdikleri para "hüsniye"dir. Eski İstanbullular bunu iyi bilirler ve hekime para verirken zarf içinde ve "istirham ederim şunu hüsniye olarak kabul ediniz" diyerek verirlerdi. Aman ağzından ücret lafı çıkmasın. Hele hele vizite lafı eden olursa kaşlarını çat ve "ben _rospu muyum?" der gibi bak yüzlerine...
* * *
Lafın burasında beraberce kahkaha atmıştık. Vefatından bir müddet sonra gittiğim bir ev ziyaretinde yaşı yüz civarındaki hastanın seksenlik avukat oğlu bana zarf içinde para verirken "doktor beyciğim, asla size lâyık olamaz ama istirham ederim hüsniye olarak alınız" dediğinde gözlerimin yaşarmasına mani olamamıştım. Her zaman olmasa da insanı ruhen tatmin eden bir mesleğin sahibi olmak güzeldi.
Hayat dersimi almıştım. Nasihatlere uygun davrandım. Mesleğim de hep memnun etti. Elbette hastanemin maddî kurallarına uyup müessese hakkını korudum. Lâkin ev hastalarımda kulağıma küpe olmuş bu nasihatler yol göstericim oldu. Bu aralar hekimliğimin olgunluk dönemini yaşarken gözlerdeki sevgiyi ve insan sıcağını hissetmenin her şeyin önünde olduğunu çok daha iyi biliyorum. Emin olun artık maddiyat beni takip ediyor. Kaçmıyorum paradan puldan, evlâd-ü iyal sahibiyim. Lâkin düşünmeme gerek kalmadan ben işimi yapıyorum. Cebimde ya da hesabımda her zaman yeterli para oluyor.
* * *
Hüsniye, güzellik demek. Ve güzel bir kelime. Üzerinde vizitenin aşufteliği yok. Maaş gibi de soğuk değil. İnsana hizmet eden birisine de hüsn, yani güzellik yakışır. Anlayana.
Ülkemizin son iki senesinde hekimler ve kazançları üzerinden geliştirilen bir siyaset var. Adına dönüşüm programı ya da ne derseniz deyin kapsamlı bir plan uygulanmaya çalışılıyor. Memleketin sağlık bakanı çıkıp "hekimlere şu kadar para yetmiyor mu canım? Onlar da çocuklarını devlet okuluna versinler" diyecek kadar indirgemeci olabiliyor. Ya da başbakan çıkıp "doktoru arıyorsun, yerinde yok, soruyorsun, muayenehanede diyorlar" şeklinde tek tipçi bir yaklaşımda bulunabiliyor.
Meslek örgütleri özlük haklarından, onurlu emekliliğe, düzgün emekli maaşına, iyi döner sermaye gelirine kadar onlarca konuda hep paradan puldan bahsediyorlar. Sigara savaşı akıncısı, üstelik de hekim bir milletvekili çıkıp "tapu dairesine ya da trafik tescile gittiğinizde muayenehaneme gel diyemiyorlar ama doktorlar diyor" şeklinde konuşarak ahalinin gözünde hekimi paragöz ve hatta rüşvetçi konumuna düşürebiliyor. Hele de "tapu" ve "trafik tescil" gibi inanılmaz sorunlu iki örnek üzerinden gitmesi ülke hakkındaki fikrinin ne denli avara kasnak olduğuna dalalet ediyor.
* * *
İşin hekim cephesi de evlere şenlik. Kimse onurlu hekimlik yapmanın peşinde değil gibi görünüyor. "Balya"dan başka hayatta önemi haiz bir şey yok sanki. İdarecilerin indirgemeci tavrı hekimi de ele geçiriyor. Aynı lisanda konuşuluyor. Ne yaparsam ne kadar kazanırım? Viziteniz ne kadar? Havalı nöroşirürjiyen ikinci katta. Geç güzelim ben de geliyorum.
Madem fuhşa dair misaller ile kurduk örgümüzü, hökümet adamlarımıza biraz nasihat edelim bu yakadan. Aç gözlü bir _rospunun ya da açgözlü bir hekimin eline düşmüş ademoğlu iflah olmaz. Ve maalesef bu iki meslekte insanların bir araya gelmesini ve para alışverişi yapmasını engelleyemezsiniz. Ben şöyle sistem kurdum, böyle denetledim, uçtum, kaçtım kabul etmez bu iki kadim meslek.
Fahişeliği bilemem ama hekimlerin kazançlarını sistem içine alırsanız rahat edersiniz. Bu gittiğiniz yolda ise işiniz zor. Başkalarının adı altında yapılacak ameliyatlar, gizli saklı vergisiz para el değiştirmeleri ile mümkün değil uğraşamayacaksınız. İnsanlar iyi hekimleri arayıp bulacaklar. Onu razı edecekler. Yeni bir fiyatlama oluşacak. Para cep to cep mekân değiştirecek. Hem her sene sağlık için ayırdığınız bütçe artacak hem de hekim gelirlerinden vergi alamayacaksınız.
Bunu siz istediniz. Bunca zamanın fedakârane hizmet etmiş hekimlerinizi bir kenara attınız ve kötü örnekler üzerinden devletin hazinesini fakirleştirecek bir sistem kurdunuz. Kendiniz bilirsiniz. Size gelip anlatan akil hekimleri dinleseydiniz keşke. Kibrin tuzaklarına düşmeseydiniz.
* * *
Hekim yetiştirmeyi lise tahsili gibi basite alarak gelinen bu noktada ye'se düşmemek mümkün değil. Onlarca tıp fakültesi ve önlerinde güzel örnek olmadan yetişen hekimler. Hayata para gözü ile bakmasını bir yana koyuyorum, hastayı insan yerine koymayı unutan hekimler. Derinlerde yatan sebep ise 12 Eylül'de başlayan hekime düşman politikalar ve devamı. Bu aralar de hekimin kazancına toplumun dikkatini çekerek yapılan ucuz politika. Allah cümlemize sağlık versin.
* * *
Bu mesleği paha biçilmez bir iş yaptığının idrakinde icra edenlere en derin hürmetlerimle.
Kullandığım dili eski bulanlara: Bunu bilerek ve isteyerek duayen büyüğümün hatırası için yaptım. Pişman değilim. Azıcık lugat karıştırın siz de...
|