İblis'in isyanına yol açan neden, büyüklenmesiydi. İblis'in bu büyüklenmesinin en önemli nedeni de nefsinde gizlediği enaniyetiydi. İblis'in, Hz. Adem'e secde etme buyruğu karşısında su yüzüne çıkan enaniyeti onun sonsuz azaba mahkum olmasına neden oldu. Bu sonuç, enaniyet özelliğini içinde taşımanın kişi için ne denli büyük bir tehlike olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Namaz sırasında, Rabbimiz huzurunda O’nunla güçlü bir manevi bağ kurarız. Namazda giderek artan bir saygı ve korku vardır. Kıyam, Allah’a karşı aczimizi hissettiğimiz ve huzuruna çıktığımız an. Rükuda Allah’ın huzurunda boyun eğeriz. Secdeyi de Allah’a secde ettiğimizin farkında olarak etmemiz gerekir.. Secde, korkumuzu en çok hissedeceğimiz andır.
Namazda huşu içinde Allah'a yönelmek imanımızda derinliği, samimiyetimizi ve Rabbimiz'e olan yakınlığımızı artırır. Allah, namaz kılıp, Kendisi'ne dua eden kullarına rahmet kapılarını açar, onları kötülüklerden arındırır ve içinde kötü düşünce barındırmayan mümini ahlaken de çok güzelleştirir. Bu insanın Kuran ahlakına uygun olmayan davranışlar sergilemesi -Allah'ın dilemesiyle- artık mümkün değildir. İşte bu durum, namazın ayette söz edilen çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyma özelliğinin tecellisidir.
Kuran'da, müminlerin namazlarında huşu içinde oldukları “Müminler gerçekten felah bulmuştur. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır.” (Müminun Suresi, 1-2) ayetiyle bildirilir. Huşu, Allah'a duyulan saygı dolu korku anlamındadır. İnsan namazda bu ruh halinde olmalıdır. Bilinçsizce, samimiyetle Allah'a yönelmeden, düşünmeden, yalnızca şeklen yapılan ibadetlerin Allah Katında bir değeri olmayabilir.
Namaz yalnızca fiili olarak yapılan bir ibadet değildir. Allah'a olan yakınlığımızın ve teslimiyetimizin kanıtı, Rabbimiz’e yakınlaşmamız için önemli bir yoldur. "Bir namazımı kılayım da geleyim" tarzında, yalnızca görev gibi namaz kılan öyle çok insan var ki. Oysa amaç, Allah'ın sonsuz gücü karşısında acizliğini kabullenmek ve O'nu yüceltmek olmalı. Namazlarımızı, tesbihlerimizi gözden geçirelim. Namazı ne için kıldığımızı düşünelim. Namazın Allah’ın huzuruna çıktığımız an olduğunu her kıyamda hatırlayalım…
Çünkü ‘o gün’, dünyadayken Allah'a bile bile secde etmemiş, O'nun buyruklarını yerine getirmemiş ve O'nun tavsiye ettiği güzel ahlakı yaşamaktan kaçınmış olanlar, ne kadar isteseler de buna güç yetiremeyeceklerdir:
Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)
Yüce Rabbimiz o günün telafisi imkansız pişmanlığından ve yaşanacak azaptan esirgesin. Kur’an’da, “…Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir…” (Fetih Suresi, 29) ayetinde söz edilen müminler gibi, alnımızda secde izi taşımanın artık zamanıdır